21 Kasım 2009 Cumartesi

Yağmurdan önce



Herhangi bir zamanda

bir yerde,

belli belirsiz renkte

açılan kanatlarını,

o ışıltısız tozlarını saçarak

çırpsa da belki zayıf

yahut hiç duyulmayan bir ses ile

mutludur,

yüzüne vuran rüzgarın

serinliğinde...

14 Ekim 2009 Çarşamba

SOĞUK


Son yaprak da koparken dalından,

Soğuk değil bu

içime işleyen,

İstanbul'dur...



30 Eylül 2009 Çarşamba

Gizlenen

''Silahlar dolu.Saat on ikiyi vuruyor.

Alınyazısı bu, önüne geçilmez.'' deyip de

Ah Werther! Sonsuzluğa taşırım ruhunu

büyür, olgunlaşır içimde

yasak bir elma gibi

her geçen gün acılarım

ve bohem dünyamda saklı tutarım şehvetimi.


Sen, safran tadında gün batımı şarkılarım

henüz çıkmış kanatlarında,

eğri büğrü yansımalarım


Sen, daha ne kadar yaşarım; bilemediğim

bu esrik kızıllığımda

bir doğum sancısı,

umut dolu beklentim...


Ağırlığı çöküyor

bileklerinin kokusu

ve ince, beyaz, bir dalya buketi gibi

eskiz hayatımın

kurşun rengi sevgilisi...


Yine güz ortası rüzgarları

ılık nefesinle bir

büyülü sandıklarda saklı saçların

son âyinde açılır


Son dize

siyah tüller ardından

seslenirim

adını ezbere bildiğim başucu meleğime


Yine güz ortası rüzgarları

doğumgünüm,

elveda...

4 Eylül 2009 Cuma

kendi kendime...

Devrik cümleler kurmaya çalıştın
başlangıcı güz olan.
Masallar anlattın kendi kendine
Büyüdün sandın yazdıkça,
büyüdün sandın,
kızıla boyadığın
her takvim yaprağında...


Sarı sokak lambalarıyla
bir şehri düşledin hep
Bir yaz gecesinde
sonbaharı müjdeledi
yarım bıraktığın kadehin,
buğulu, çepeçevre
sarhoş eder bizi
bu bağbozumu.


Anlatamayız birbirimize,
ellerimizdeki o en derin çizgilerde
ben derim ki bir boşluğum
sense bir yokluk aynı kozmos içinde.
İyi ve kötü, doğru ve yanlış,
hepsi bir ya hepsi aldanış,
binbir renkli maskelerini tak yine sen
neyden bu soluk soluğa kaçış?


Devrik cümleler kurmaya çalıştın
başlangıcı güz olan.
Unutup tekrar tekrar adını
Sağanaklarla yıkadın
bu yalnızlık çığlığını.

31 Temmuz 2009 Cuma

Deliliğin Masalı

Tükenmişliğin başlangıcında yaşamak
ama bir türlü hiç başlayamamak...
ve nedendir
cevap alamamak sorularına aynalardan?
Böyle kolay olmamalı
bir sayfa koparmak
deliliğin kitabından.



Kaybolmak
hiç sıradan olmayan
bir tablonun içinde
bir fil gibi görünen gölgende
zayıf ve ritmsiz atar kalbin;
düşlerinin içindesin...



Ne kadar zor değil mi?
bilinçaltında tersine döndürmek
o atlıkarıncayı...
ve ne kadar zor
anlatmaya çalışmak
hatırlayamadığın o rüyayı.



Bir deniz varmış da
deniz kızları her gece
yakamozda soneler okurmuş
Bir orman varmış
periler ırmakların ipiltisinde
tatlı bir şarkı tutturmuş...



Şimdi ne kadar zor değil mi?
masalların gerçekliğine inanmak,
bir prensin yerine koyup kendini,
her akşamüstü
o ipek saçlara tırmanmak...



Şimdi ne kadar zor değil mi?
rengârenk diyarlardaki
o asma bahçelerinde
bulmak kendini...



ve ne kadar zor
çocuksu kahkahalara
gömülüp gitmek...

Tükenmişliğin başlangıcındayım
başlayamama telaşında
dilime dolanmışlığından,
yoruluyor adın...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Işığımsın...

Işığımsın,

titrerken yansımaların şehrimde,

ılık rüzgarlarımı

tufanlara dönüştüren sen!

Işığımsın,

karanlık dehlizlerde

küçük bir çocuğun

gölgesi olur

yalnızlığım.




Bir oyun parkının

salıncağı gibi

gidip gelir ruhum iki sözcük arası;

uçurumlar,

sivrilip giden Kaf Dağı'nın

umursamaz kahkaları...


Işığımsın,

bir fotoğraf karesinde

oyunlar oynadığım,

başka başka yüzlerde

hayaller kurduran

siyah beyaz...



Işığımsın

sonsuza dek, gecelerce

etrafında,

çığlıklarla yandığım...

19 Temmuz 2009 Pazar

ipek bir örtü içinde...

Eskimiş tümcelerle

o incinmiş ruhlar mezarlığında

ne arıyorum?

Sıyırarak üstümden simlerini, katman katman,

ne kalıyor geride,

hangimizin, hangi tarafı işlenmiş,

soruları kim soruyor?

Yanıtları kim...

Toprağı kazınca

tırnaklarım lapis lazuli olur,

ya biraz lacivert

ya hiç...

Toprağı kazdıkça dinlerim

Kokytos nehrinin

en ıstıraplı şarkılarını


O anda gök yarılıp da

elime düşer

ipek bir örtü içinde

pembe kuvarslarım...


Bir elimde lir

bir ses duyarım içimden

''Mucizeler göstermek istiyorum.''

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Son Yudum

Ne varsa geride kalan

küflü pencereler,

boş sayfalar

yağmurlu geceler


Ne varsa geride kalan

küçük bir kutuda

yaralı kalbim

çürük tahta kapılar

anılar, acılar

pişmanlığın o iyileştirilemeyen sancıları...



Ne varsa geride kalan

aldanışlarımla bir

yorgunluk vakti çalan o hüzünlü şarkılar



Yok gibi,
ben değilim gibi

çırpınışlarında,

bir eski kemanın

yitirilmiş,

suskun yalnızlığım gibi...




Ne varsa geride kalan


yudum yudum,


aşk gibi


doluyor ruhumuza


kızıl yakut misali...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Ve ikinci...

Susarsın da iniltileri

ab-ı hayat gibi dolar kadehe

Sonra bir şarkı tutturur melekler

inip de yeryüzüne:

Kanatlanmış sevgiler, mavilerde süzülüyor
O yemyeşil tepeden, tatlı bir yel esiyor
Beni sana getiren periler fısıldıyor
Seslen bana, seslen haydi, yankıların büyüyor.



Büyüyor rüyalarımda gizemli ezgilerin

ezberlemek baştan sona

ne mümkün,

bu kekremsi hüzün,

karanlık perdeleri örten gül rengi yüzün,

haykırışlarımın sakin koylarına

götürebilmek seni

ne mümkün...


Susarsın...

Yitirilen zamanların kahrına

bir aşığın dizginlenemez çapkınlığında

bir defne yaprağı oluverir yüreğin

ve devam eder şarkısı meleklerin:

Kayıyor bir yıldız gökten, giriyor rüyalarıma
Gökkuşağı renkler beliriyor tablomda
Her gece boğuluyorum senin deltalarında
Seslen bana, seslen haydi, çağır beni yanına.



Ve susarsın


sustukça


yıllanır şarabım...

30 Haziran 2009 Salı

İlk Yudum

Uzaksın bana, yakınsın benim kadar yalnızlığa

Yıldızların o ölçülemez ışığı kadar

ve hiç bitmeyen senfonileri gibi

geceleri gökyüzünde

zaman geçiriyor gibi

iç geçirmelerle...




Uzaksın bana,

fısıltılarla duyar gibiyim çığlığını

uzadıkça uzayan acılı keman çığlığını

karıştırırken teninle şarabı

sadece bir masal mı

aşk ile açılan anka kuşunun kanatları ?




Uzaksın ya,

kadehte yakut öyle buruk,

söylenemeyecek sözler var ya

iç; unut...